Müslümanlar İçin Gerçek Mağlubiyet Nedir?

Müslümanlar İçin Gerçek Mağlubiyet Nedir?

Mağlubiyet ne anlama gelir? Mağlubiyet öldürülmek değildir. Öyleyse ne anlama gelir? Bugün yaşamakta olduğumuz çatışma esasen gerçek savaşlara dönüşen bir fikir çatışmasıdır. Çatışmanın özünde fikir çatışması vardır. Dolayısıyla eğer bir kişi fikirlerinden vazgeçerse, bu mağlubiyettir. Mağlubiyetin 8 biçimi vardır: 1. Kâfirlerin yolunu takip etmek Şu ayette birinci mağlubiyet biçiminden bahsedilmektedir: “Sen onların milletlerine (dinlerine) uyuncaya kadar Yahudi ve Hıristiyanlar senden asla hoşnut olmayacaktır. (Resûlüm!) Onlara de ki: ‘Allah’ın hidayeti (olan İslâm) doğru yolun ta kendisidir.’ Sana gelen bunca ilimden sonra eğer onların hevalarına uyarsan, artık senin için Allah’tan yana ne bir dost ne de bir yardımcı vardır.” (Bakara, 120) Burada yenilgi nedir? Onlar gibi olmaktır. Eğer onlardan biri olursanız, o zaman Allah’ın benzer bir başka ayette söylediği gibi zalimlerden biri olursunuz. Ayrıca Allah, kendisine karşı ne bir yardımcınız ne de bir koruyucunuz olacağını söylemektedir. Eğer bir kişi Müslüman ise ve Modernizm, Laiklik, Komünizm vb. gibi başka bir yaşam tarzını takip ediyorsa, kısmi de olsa yenilmiştir. Bu yaşam tarzı içinde büyük bir statü, zenginlik ve güç kazanmış olsalar bile bu böyledir. Neden? Çünkü bu Allah’ın dininden taviz vermektir. Örneğin bir Müslüman gayrimüslim bir ülkede ezici bir çoğunlukla seçimi kazanırsa, bu zafer değil mağlubiyettir. Mağlubiyettir çünkü ister büyük ister küçük olsun dininizden vazgeçmişsinizdir. Mesele sizin iktidara gelmeniz değildir, mesele Allah’ın kanunlarının ve O’nun dininin iktidara gelmesidir. Onların yolundan gitmek, bunu alenen ilan etmek anlamına gelmez, çünkü bu nadir görülen bir durumdur. Ayet bunu açıkça ilan etmekten bahsetmemekte, daha ziyade onların yolundan gitmeyi ima etmektedir. Eğer eylemleriniz ve sözleriniz onlarla paralellik gösteriyorsa, o zaman onları takip ediyorsunuz demektir. Ayette Yahudiler ve Hristiyanlar deniyor. Peki ya bizatihi Yahudiler ve Hristiyanlar kendi dinlerine uymuyorlarsa? Ayette “onların yoluna uyuncaya kadar” deniyor, “dinlerine” değil. (Ayetin Arapça aslında ‘din’ değil ‘millet’ -yol- kelimesi kullanılmaktadır-mütercim) Eğer bugün onların yolu kutsal kitaplarını görmezden gelmek, hevalarına ve çoğunluğun hükmüne uymaksa, o zaman kast edilen budur. Eğer laikliği takip ediyor, dinin kurallarını göz ardı ediyor ve bunun yerine insan yapımı yasaları takip ediyorlarsa, o zaman bu onların yoludur. Dolayısıyla bu ille de boynunuza bir haç asmanız gerektiği anlamına gelmez. Batı’da dinlerini çok değiştirdiler. Ayrıca liderleri de din konusunda samimi değiller. Onlar aslında zenginlik, güç ve aç gözlülüğün peşindeler. Ayet onların yolunu benimsemekten bahsediyor. Demokrasiyi teşvik etmek onların yolunu takip etmektir. Laikliği teşvik etmek onların yolunu takip etmektir. Kâfir olmanın ille de bunu açıktan ilan etmeyi gerektirmediğinin kanıtı şudur: Biz imanı ne olarak tanımlıyoruz? Biz onu kalpteki inanç ile sözler ve eylemler olarak tanımlıyoruz. Yani eylemler imanın bir parçasıdır. Küfür için de aynı şey geçerlidir. Bu kalpteki inanç olabilir. Sözler olabilir. Ve eylemler de olabilir. Yani bir Müslümanın sözleri, inançları ve/veya eylemleri kâfirlere aitse, o zaman bu ayet onlar için geçerli olacaktır. Bu tanımı kullandığımızda, bu ayetin ne kadar çok Müslümanı kapsadığını görürüz. Allah, “Kim Allah’ın indirdiği ile hükmetmezse, işte onlar kafirlerin ta kendileridir.” (Maide, 44) buyuruyor. Ayetin “Ve eğer sen onların hevalarına uyarsan” kısmındaki “hevalar” ne anlama geliyor? Şeyh Yusuf el Uyeyri, buradaki “hevalar” ifadesinin onların arzu ettikleri şeyler anlamına geldiğini ve aynı zamanda görünüşte bile olsa onların uygulamaları olduğunu söylemektedir. İbn Teymiyye şöyle der: “Kâfirler, görünüşte bile olsa Müslümanların onlara uymasından memnun olurlar. “ Bu sözlerin bugün doğru olduğunu görüyoruz. Müslüman kadınlarımız başörtüsü takmadığında, bu bir kıyafet meselesi olmasına rağmen kâfirler çok mutlu oluyor. Fransa’da ve Türkiye’de bu konuda büyük bir olay çıkardılar. Batı’daki feminist hareketlerin ve kadın hakları hareketlerinin başörtüsü konusunda çok endişeli olduğunu göreceksiniz. Sürekli bundan bahsediyorlar ve başörtüsünü baskıcı olarak görüyorlar. Eğer Batı gerçekten özgürlükçüyse ve istediğiniz gibi giyinmenize izin veriyorsa, o zaman nasıl oluyor da bu konuya karşı çıkıyorlar ve aynı kıyafeti giyen Hıristiyan rahibelere karşı çıkmıyorlar? Nasıl oluyor da bu mesele onlara bu kadar acı veriyor? Kadınlar gökkuşağı renklerinde ve ahlaksız kıyafetler giydiğinde bunu kabul edilebilir olarak gördüklerine şahit oluyoruz, ancak Müslüman bir kadın isteyerek sade ve iffetli giyinmek istediğinde bu onları ilgilendiren bir şey oluyor. Yani bizim nasıl göründüğümüz ve giyindiğimiz onları ilgilendiriyor. 2. Kâfirlerin üstünlüğünü kabul etmek Allah, “Hakikati yalanlayanlara itaat etmeyin” (Kalem, 8) buyurur. Kâfirlere itaat etmeyin. Sonra Allah, “Onlar arzu ettiler ki sen onlara yumuşak davranasın (taviz veresin) da kendileri de (sana) yumuşak davransınlar.” (Kalem, 9) buyurur. Bizim dinimiz dinlerin en eşsizidir. Birçok dinde, dini liderliğin bazı hükümlerle oynamasına izin verilir, ancak İslam’da bizler bize söyleneni aynen uygularız. Bizler takip edenleriz, sonradan bir şeyler çıkaranlar değiliz. Bu nedenle, İslam’ın kurallarıyla oynamaya izin yoktur çünkü bunlar Allah’tandır. İnsanlar Rasulullah sallallahu aleyhi vesellem’e geldiler ve onunla uzlaşmak istediler. Ama sorun şu ki, bu onun kendi dini değildi. Bu Allah’ın diniydi. Bu yüzden asla uzlaşamaz, taviz veremezdi. Kâfirler Rasulullah sallallahu aleyhi vesellem’e geldiklerinde, “Biz bir gün Allah’a tapsak, sen de bir gün bizim ilahlarımıza tapsan nasıl olur?” dediler. Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem bunu reddetti. “Peki, biz Allah’a bir hafta tapsak, sen de bizim ilahlarımıza bir gün tapsan nasıl olur?” dediler. O bunu reddetti. “Peki, biz Allah’a bir ay tapsak, sen de bizim ilahlarımıza bir gün tapsan nasıl olur?” dediler. Onlar dinleri ile oynuyorlardı! Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem sürekli hayır diyordu. O bu dini tebliğ etmek için gelmişti, değiştirmek için değil. Ama sorun şu ki, bazı Müslümanlar kendilerine Allah’ın dini ile oynama hakkı verdiler, bunu yaparak kaybettiler ve yenildiler. US News and World Report’ta yer alan bir araştırma raporunda şunlardan bahsediliyor: ABD hükümetinin Müslüman dünyanın kalbini ve aklını kazanma çabaları. Bunun terörizmle savaşın ayrılmaz bir parçası olduğu. Savaşın görünmeyen bir kısmının da olduğu ve bunun en az savaş alanında olup bitenler kadar önemli olduğu… ABD hükümetinin, iki şeyi kabul etmeleri halinde Müslüman köktendincilerle oturup beraber çalışmak isteyeceğinden söz ediliyor: Oyunu Demokrasi kurallarına göre oynamak ve terörizmle savaşta rol almak. Sanki şöyle diyorlar: “Eğer ABD demokrasisini kabul etmeye hazırsanız, geçmişiniz için sizi affetmeye hazırız ve Müslüman bir köktendinci olduğunuzu bilerek sizinle masaya oturmaya hazırız. “ Böyle bir uzlaşma ve oyun oynama kabiliyetleri var. Bununla birlikte, bu teklifi kabul eden ve birlikte çalışmanın yollarını bulmak için ABD hükümeti ile müzakere eden birçok Müslüman ve İslami örgüt var. Bu İslami hareketlerin gerekçesi, bunu davetin yararı için yapacaklarıdır. Bunlar, herhangi bir durumda (taviz verme amacıyla) kullanılabilecek genel ifadelerden başkası şey değildir, bunlar İslami olmayan meselelerde dahi kullanılabilecek ifadelerdir. Kâfirlerden ne kazanırsanız kazanın, bunun hiçbir değeri yoktur. Allah, izzet ve kuvvet sahibi olmak için insanların O’nun dini hususunda kâfirlerle uzlaşmasına muhtaç değildir. Âlemlerin Rabbinin dininin, kâfirlerin ona yeşil ışık yakması suretiyle güç elde etmeye ihtiyaç duyması gibi bir şeyi akıl alır mı? Allah’ın dini ancak kâfirlerin zelil olmasıyla güç kazanacaktır. Allah kendi dininin böyle kazanmasını ister. Allah Teâlâ şöyle buyurur: “Müşrikler hoşlanmasalar da dinini bütün dinlere üstün kılmak için peygamberini hidayet ve hak ile gönderen O’dur.” (Saff, 9) Yine Allah, “Allah’ın nurunu ağızlarıyla söndürmek istiyorlar. Halbuki Allah, kâfirler hoşlanmasa da nurunu tamamlayacaktır.” (Saff, 8) buyurmaktadır. Kâfirlerin hoşuna gitse de gitmese de bu din hâkim olacaktır. Allah’ın dininin hâkim olması için onların onayına ihtiyacımız yoktur ve Müslümanlar olarak bu konuda endişelenmemeliyiz. Davetimizi kabul etmelerine ihtiyacımız yoktur. Eğer kabul ederlerse, elhamdulillah. Kabul etmezlerse, bu bizim hatamız değil. Bu Allah’ın kaderi. Bırakalım da Allah’ın kanununa boyun eğdirildiklerini hissetsinler. Allah şöyle buyurur: “Ehl-i Kitap’tan Allah’a ve ahiret gününe iman etmeyen, Allah’ın ve Resûlünün haram kıldığını haram saymayan ve hak din İslâm’ı din edinmeyen kimselerle, küçülerek (boyun eğerek) kendi elleriyle cizyeyi verinceye kadar savaşın.” (Tevbe, 29) Cahiliye Mekke’si ile bugünkü Batı arasındaki benzerlikler çarpıcıdır. Kureyş kâfirleri Rasulullah sallallahu aleyhi vesellem’e gelerek, “Bizi rahat bırak, biz de seni rahat bırakalım.” dediler. Allahu teala “Şayet seni (hakta) sabit kılmasaydık, onlara birazcık meyledecektin.” (İsra, 74) diye vahyetti. Mudâhene ve Mudara arasındaki fark Mudâhene, kâfirlere karşı yumuşak davranmak ya da taviz vermek anlamına gelirken, mudârâya ise caizdir. Aralarındaki fark nedir? İbn Hacer ve Kurtubi, Kadi Eyyubi’nin şöyle dediğini rivayet etmişlerdir: “Mudârâ dinin uğruna dünyandan bir kısmını vermen anlamına gelirken, mudâhene ise dünyan uğruna dininden bir kısmını vermendir.” Örneğin, bir kâfire davet yapmak için onu yemeğe davet edersiniz. Burada, yiyecek ve benzeri şeyler satın almak için para harcayarak dünyanızın bir kısmından din uğruna vazgeçmiş olursunuz. Buna izin verilmiştir. Bu mubahtır. Ancak, diyelim ki patronunuz gayrimüsl